Cehov Okumak


Her konuda hikayesi vardir Cehov`un.Bir sey yasayipda onun hikayesini Cehov`da bulamiyacaginiz bir durum neredeyse yok gibidir.Cehov anlatilmasi mümkün olmayan seyleri cok kolay bir sekilde ifade eder ve hissettigimiz , aslinda icimizde cokdan beri olan varligini bildigimiz ama hic bir zaman kelimelere dökemedigimiz seyleri bir anda apacik hale getirir.Aklimda önceleri onun hakkinda okudugum bir hikaye var.Cehov,Gorki ve Tolstoy yazlik bir yerde bir araya gelir ve eglence olsun diye aralarinda denizi tasvir ederler.Gorki,"deniz söyle köpürür böyle bögürür" tarzi seyler söyler.Tolstoy denizi "kadin gibidir" diye tasvir eder.Cehov ise,"Deniz engindir" der.

Sanal İnsan

Neredeyse bütün boş vaktini sanal bir ekran karşısında geçiriyor.Gazeteleri oradan okuyor, mesajlarıni oradan yolluyor.Arkadaşlarıyla buluşma planlarını orada kararlaştırıyor.

Gülmek istediği zaman youtube'a gevşemek için youporn'a bakıyor.

Çok ilginç bir hayati olduğunu düşünüyor , bu yüzden ayrintıları oradaki sosyal arkadaşlık sitesinde paylaşıyor.

Zekice fikirlerini max 140 karakterle anlatıyor.

Bir hobisi var o da başkalarının adına düşünmek.Çünkü herkesi kendi gibi görüyor.Aksi tartışma konusu olamaz.

Ondan kaçmak mümkün değil.Alıcıları çok kuvvetli.Hemen anlıyor.

Bazen sinirleniyor.O zaman size BÜYÜK HARFLERLE ÇIĞLIKLAR ATIYOR. Mutluyken cümlerinini smileyi ile süzlüyor :=) , eğer bir şey vurgulamak istiyorsa
kalın harfler kullanıyor.

Aslında bir sorun olduğunu biliyor ama her defasında onun yönünü değiştiriyor . Onu erteliyor.

Geleceği parlak !

Yeni perdeler, çizmeler , kocaman çantalar,mutfak takımları , helikopterler ve antideprasan ilaçlar onu bekliyor.

Pearl Jam Üzerine

Bundan tam 9 yıl önce Pearl Jam Roll'e kapak olmuştu.Bende böylece ilk defa Roll magazin almıştım.

Binaural sonrası verilen röportajlardan birini Roll çeviri olarak yayınlamıştı.3-4 sayfalık bir röportajdı.Senenin 2000 olduğunu göze alırsak ve o günlerin taşra şartlarında sevdiğimiz gruplar hakkında ki bilgilere anca Türkiye’de yayınlanan ve o zaman için sayısı bir kaçı geçmiyen müzik dergilerden alabildiğimizi düşündüğümüzde ,bu 3-4 sayfalık röportaj bizim gibi genç jammerlar için gayet doyurucu olmuştu.

Ben bu röportajı en son birkaç gün önce tekrar okudum.Röportajın genelinde hakim olan hava,grubun gittikçe aleni olana itibar etmeyeceği,popülerlikten kaçacağı,sadece istedikleri müziği yapacakları ve fanları Binaural'da olduğu gibi bundan sonrada çıkaracakları albümlerle biraz zorlayacakları yönündeydi-sonraki 9 yıl içinde yaptıkları, bu dediklerini yalanladı.

Nerde ise Pearl Jam‘e 2006 ya kadar toz kondurmadım.Ama kötü bir Riot Act dan sonra gelen,ve yine iyi bir albüm olmayan self titled Pearl Jam albümü çıkınca,bendede onlara karşı hafif bir isyan belirmeye başladı.

Hayır tabi ki sorunum klip çekmeleri, boktan albüm kapakları ya da Eddie’nin defteri ve şarap şisesiyle poz vermesi değildi.Bunları evet salakça buluyordum ama diğer yandan onların bunları dalga geçmek için yaptıklarını düşünüyordum.Benim sorunum sadece albümlerde ki özensizlikti.Her jammer fark etmiştir ki,ilk 6 albümün müzik kalitesi ne Riot Act de ne de sonraki albümlerde yok.

Diyebilirim ki Binaural’ın da dahil olduğu döneme kadar olan albümlerde ki şarkıların en sıradanı bile sonrasında çıkardıkları albümlerde ki şarkıların en iyi gözükenine göre 2-3 gömlek daha üstündür.Zaten konserlerin playlistlerine baktığımızda da bu anlaşılıyor.Yeni albümlerinden 1-2 şarkıyı çalıp, gerisini eskilerden götürüyorlar ki, seyircide zaten eski şarkılarla coşuyor.Şundan eminim ki konserlerinde ne Riot Act den ne de Pearl Jam-Pearl Jam den bir şeyler çalmasalar kimse rahatsız olmaz.

Mesela benim gittiğim Berlin konserinde durum bundan farklı değildi , setlist de Riot Act den hiç şarkı yoktu,self titlede Pearl Jam albümünden ise sadece 2 şarkı çaldılar,1 tane de yeni albümden.

Ve nihayet bir kaç hafta önce Backspacer'ı çıkardılar.Yine Riot Act'den beri tutturdukları formülle, bir kaç hızlı hafif punkrock vari şarkı, sonra yavaş şarkılar.Şimdiye dek 3-4 defa dinledim ve yine söyleyebilirim ki kalitesi yayınladıkları ilk 6 albüme göre düşük.Got Some ve Fixer ya da Just Breathe gibi şarkılar elbette dönecektir bir süre, ama hiç bir zaman aklımızda eskiler gibi kalıcı bir yer edinmeyecek.

Belki orta yaş krizi yaşıyorlar.Sonuçta Backspacer bence Binaural sonrası yayınlanan 3 kötü albümün en iyisi,her ne kadar aslında pek emin olmasam da bir sonraki albümün daha iyi olabileceğini düşünüyorum.Eddie'nin solo çalışması gayet iyiydi.Grubun diğer elemanları da bildiğimiz kişiler ki,daha önceki başarılı albümleri onlar kaydettiler.Jack Irons dan sonra gelen eski Soundgarden davulcusu Matt Cameron'ı ben hala pek tutmasam da,son albümler deki başarısızlığı ona bağlayanlardan değilim.

Bir sonraki albüm eğer dağılmazlarsa 50 lerine geldiklerinde çıkacak.Ben de o zamanlar belki 30 olmuş olacağım-umarım iyi olur ve umarım ben tekrar Avrupa’yı ziyaret ettiklerinde (gönül isterki Türkiye'ye de gelsinler) onların herhangi bir konserlerine gidebilirim.



Bu noktada eğer albümlerini bir kenara bırakırsak konserlerinin çok eğlenceli geçtiğini söyleyebilirim.(az önce bahsettiğim Berlin konserin de 30 küsür şarkı çalıp , 2.5 saate yakın sahnede kaldılar.Eddie'nin bir kez bile ne detone olduğunu ne de sesinin kısıldığına sahit oldum ki , bizden bir kaç gün önce Hollanda konserleri vardı . 2 gün sonrada Londra konserleri. Eleman cidden çok sağlam bir sese sahip..:) Özellikle benim gibi biraz şanslıysanız ve italyan jammerla tanışma fırsatını yakaladıysanız daha da..

Bir Yarışma*

Sultanahmet'te Yeşil Ev denen,turistik bir yerdeyiz.İstanbul Belediyesi ile Günaydın gazetesinin ortaklaşa düzenledikleri öykü ve şiir yarışmasının seçici kurulu toplantısında.Sevdiğim saydığım insanlarla bir aradayım:Cevat Çapan,Mehmet Başaran,Hilmi Yavuz,Demirtaş Ceyhun,Tarık Dursun,Zeyyat Selimoğlu var yanımda yöremde.Günaydın gazetesinden Özay Erkılıç'la Hamit Kınaytürk bize eşlik ediyorlar,sevgi ve saygı ortamında.

Şiir ve öykü yarışmasını değerlendirkten sonra Yeşil Ev'in ancak konuk olarak katılabileceğimiz nefis sofrasında yerlerimizi aldık bir şölen havasında.

Hilmi Yavuz,bir soru attı ortaya,toplantıya tat tuz katarak.Sorun insanları değerlendirme sorunuydu.Ölçü ne olacaktı ? Yani güven ölçüsü.Cevat Çapan'la ben insan ilişkilerinde,on üzerinden on,güvenle başlamaktan yanaydık.Hilmi Yavuz'sa sıfırdan başlamak yanlısıydı.

Ben,oldum bittim,rastladığım insanları,on üzerinden on güvenle karşılarım,kendimden kıl payı ayrılık gözetmeden.Ondan başlayıp sıfıra indiğim olmuştur,olabilir de.Ama bu beni düş kırıklığına uğratmaz hiç bir zaman.Sait Faik bu bakımdan çok hoş görülüydü.Bir insanın ihanetine uğrayabilirdi ama, helal olsundu. Başka insan ilişkilerini etkilemezdi bu.Bir kişiden kazık yiyebilirim ama, başka insanlarla ilişki kurmama engel olmaz bu,diyordu, ya da demek istiyordu.

Doğu insanı kuşkulu insandır.Babana bile inanma der.Alın size Mevci'den bir öğüt:

Ta ezelden beri böyleydi adet
Dost dostu yan baştan atar demişler


Ya bu atasözüne ne demeli ?

Güvenme dostuna/Saman doldur postuna


Bir de Sümmani'yi dinleyelim

Fırsatını bulsa ipini çeker
En iyi dostundan sakın sen seni


Şimdi gelin de , bir Batılı'ya kulak verelim.Batılı'nın en tok sözlüsüne,Bernard Shaw'a : Bir insanı doğru yapmak istiyorsanız ona güveniniz ; düzenbaz yapmak istiyorsanız güvenmeyiniz ona.

Her şey güvenle başlamalı.S.Eyuboğlu'na öykünerek şöyle diyorum ben :

En az iki kişinin birbirine güvendiği yerde uygarlık başlar.

Vedat Günyol
Haziran 1988 başları

Dönüş Yolu

Bu resmi Cenevre'den dönerken trenden çekmiştim.Aradan bir buçuk yıl geçti.Oradayken çektiğim fotoğraflar ve bu fotoğraf sipariş üstüneydi,ama ben bunu severek yapmıştım.

İstanbul da ki son haftamda aklımda bir dönüş yazısı yazmak vardı.Kendi kendine kafamda gelişen ve her gün üzerine yeni bir şeyler eklenen bu yazı,bence en son hali ile de gayet komikti.Ama her zamanki gibi üşengeçliğim baskın çıktı ve ekran karşısına geçip yazmak istediklerimin hiçbirini buraya kaydetmedim.

Sonuç olarak geriye sadece benim dönüş yazısının başlığı kaldı.

Dönerken uçakta Vedat Günyol'dan Yine de Yaşarken’i okuyordum.Bundan yaklaşık 20 yıl önce Milliyet sanat ekinde ve Cumhuriyet'te yazdığı yazıların bir kısmının alınarak oluşturulmuş bir kitap.Oradan az sonraki ileti için kullanacağım ve noktasına virgülüne karışmadan yayınlayacağım "Bir Yarışma" yazısını okurken aklıma online arkadaşım geldi.

Kendisi genelde içinde yaşadığı fırtınaları hep tsunamilerle karıştırır.Önce "ben" demeyi veya "ben" olmayı şimdiye değin beceremediği için bazı günlerinde "dünyanın sonu geldi,napacığım ben" derken çoğu zaman ise aklından "hayat ne güzel, ne muhteşem" diye geçirir.Sanırım son günlerinde ki modu "life is bitch".En azından şimdiye kadar yazdıklarından, bu son zamanlarda ki sessizliğinden benim çıkardığım bu.

Dilerdim ki hayata karşı kimi zaman aksatarak yaptığı,kimi zaman ise yapmayı aklına bile getirmeyi tercih etmediği ödevlerin yerini,ona profesörlerinin verdiği ve onun her zaman büyük bir başarıyla tamamladığı ödevler tutsa.

Dilerdim ki yüzü her zaman gülse,ve bunu başarırken içinde her hangi bir kuşku olmasa.


Ve dilerdim ki,keşke bir yerde bitseydi.Ve böylece, en azından benim ona baştan yüklediğim değerler tükenme noktasına gelmezdi.Onun için artık günlüğüme "yokluğunu aramıyorum,varlığından ise usanmıyorum" diye yazmazdım.

Dahası buraya bir şeyler ekleme gereği duymazdım.Aber das war der einzige Weg,dass sie und ihre Generation fassen können.