Bir İnsan Doğru Bir İş Yaptığını Anlayabilir mi?

´İnsan davranışının ahlaki açıdan değerlendirilmesinin temeli ise, ahlakın esasları olarak kabul edilen aksiyomlarla uyumluluktur ki, bir kişinin ahlaklı addettiği bir davranış, başka birtakım aksiyomları kabul edenlerce ahlaksızlık olarak görülebilir. Eskimolar arasında gelen misafire evsahibi eşini veya kızını takdim eder, reddetmek ise büyük ayıp addedilirdi. Halbuki Akdeniz kültürlerinde tam tersi varittir. Dolayısıyla, kendi kültüründe ahlâklı görülen bir eskimo, Akdeniz çevresinde ahlaksız addedilebilir. Ancak insan yanlıştan uzak durduğunu görebilir. Zira yanlış bir kez görüldü mü tanınır. Bu nedenle en azından yanlıştan uzak durmak veya en azından buna teşebbüs insana doğruya doğru pedal çevirdiği hissini vererek onu mutlu edebilir.

Ben de kendimi 11 Mayıs günü bu mutlu halde buldum: Türkiye 18. Uluslararası Petrol ve Doğalgaz Kongre ve Sergisi düzenleme kurulu beni katılımcılara bir konferans vermem için davet etmişti. Konferansım Akdeniz çevresinde enerji güvenliğiydi. Konferansım esnasında, bu konudaki önemli sorunlardan birinin politikacıların cehaleti olduğunu söyledim ve 19. yüzyılda dünyayı yönetenlerin günümüz politikacılarına nazaran daha bilgili ve görgülü kişiler olduğunu vurgulayarak Reform Kanunu’nu Britanya Parlamentosu’ndan geçiren Lord Russell’ı (büyük filozof Bertrand Russell’ın dedesi) bir örnek olarak verdim (mesela Avusturya’da gelmiş geçmiş en büyük jeolog Eduard Suess’ü üniversitenin itirazına rağmen profesör atayan büyük eğitim bakanı Kont Leo von Thun-Hohenstein’i de verebilirdim).

Bu sözlerim en ön sırada oturan bir AKP milletvekilini pek kızdırmış ki, yerime oturur oturmaz kendini takdim etmek ihtiyacını bile duymadan, beni zengin kollayıcılığı ile suçlayarak, demokrat bir insanın bunları nasıl söyleyebileceğini anlayamadığını ifade etti. Ben de kısaca demokrat olmadığımı söyledim. Onun üzerine vekil bey pek hiddetlenerek «o zaman sen faşistsin» dedi.
Kendisine bilimde demokrasinin yeri olmadığını, mesela bir nükleer santralda hareket eden nötronların parlamentolardaki oylamalardan en küçük bir şekilde etkilenmeden insanları öldürebileceklerini anlatmama da böylece imkân kalmadı. Akşam eve gelince, Oya, sevgili dostum ve deli doktorum Kerem Doksat‘ın, Atatürkçü Düşünce Derneği’nden bir zatın beni Türk düşmanı ilân ettiğini bildiren mesajını iletti. Bu zat benim Türkiye’de gördüğüm ahlak düşüklüğü üzerine yazımdan alıntılar yapmış, bunu da Sefa Kaplan‘ın yazdığı, yaşamımı anlatan kitapta ailemin kökeni ile ilgili olan sözlerimle ilintilendirerek, Avrupa sömürgecisi zihniyetine sahip bir Türk düşmanı mason olduğuma yormuş.

Kerem tabii bu zırvalıklara pek hiddetlenerek bu zata bir cevap oturtmuş. Kendisine teşekkür ederek, böyle saçma sapan şeylere kıymetli vaktini harcadığı için üzüldüğümü söyledim. Benim Atatürk’ün tanımladığı tipte bir Türk milliyetçisi olduğumu herhalde artık sağır sultan bile duymuştur. Ateist olduğum için de mason olmam zaten mümkün değildir. Halbuki bana saldıran zat tam tersini iddia ediyor, zira milletim hakkında, kaynaklarını da belirterek yaptığım tespitleri bir müfterinin iddiası sanıyor (ancak her masonu niçin otomatikman Türk düşmanı farz ettiğinin sebeplerini söylemiyor). Eleştiriyi ise hakaret sayıyor. Farkında değil ki ben milletimin olumsuz yanlarını belirterek bunların düzeltilmesi gerektiğini vurguluyorum. Sanırım bir bilim insanı ve üniversite öğretmeni olarak görevim de budur.

Burada vurgulamak istediğim Ankara’daki AKP vekili bey ile İstanbul’daki Atatürkçü Düşünce Derneği üyesinin düşünce şekillerindeki ortaklıktır: Her ikisi de ellerine geçen bir veriyi içeriğine yerleştirerek değerlendirmekten âcizler. Verinin kendi kafalarındaki şablona uyan parçalarını alarak, mevcut şablonlarını doğrulamaya çalışıyorlar. Halbuki yeni bilgi edinmek demek, bir insanın kafasındaki şablonu değiştirebilmesi demektir. Her ikisi de bundan âciz.

Ankara’daki vekil bey, politikacıların cehaletine yaptığım vurguya «ben İngiltere’de de okudum» diyerek karşı çıktıydı. Ama diplomanın bir insanı bilgisizlikten kurtarmaya yetmediğini öğrenememişti belli ki.

Işte Atatürk bizlere modern kafalar vermeye çalışırken aslında yapmak istediği, öğrenmeyi öğrenmemizi temin etmeye çalışmaktı. İşe bakın ki bunu ne Kemalizm karşıtı bir AKP üyesi ne de sözümona Kemalist bir derneğin üyesi anlayabiliyor. Bugün kurtulmamız gereken en büyük sıkıntı işte budur´

Celal Sengör  24.06.2011


Feynman´dan Din Üzerine

Bilim sayesinde ögrendiklerimi,alistigimiz anlamdaki din duygulari ile örtüstiremiyorum.Birbirlerine uymuyorlar.Bana öyle geliyor ki geleneksel din anlayisinda- Incil ve digerlerinde-ortaya atilan fikirler son derece sinirli.Bunlar dünyanin olaganüstü genisligini ve bu genisligin gerceklestirdigi zaman dilimini kavrayamamis fikirlerdir.Zaten bunun mümkün olmadigini da düsünüyorum.Cünkü alisildik din anlayisinda insana öyle cok, dünyanin geri kalaninaysa o kadar az önem veriliyor ki.Bana göre , bu fantastik derecede muhtesem evrenin,olaganüstü farkli zaman ve mekan boyutlarinin,sonsuz derecede farkli hayvanlarin,farkli bitkilerin, onlarin hareketlerini meydana getiren tüm bu atomlarin, yalnizca Tanri´nin insani iyi ile kötü arasinda secim yapmasini saglamasi icin- ki bu dinin bakis acisidir- yarattigi bir sinav olmasi cok zor.Sahne böyle bir oyun icin cok fazla büyük.Bu nedenle dinin cizilen resme tam olarak oturmadigi kanaatindeyim.

Mektuplariyla Feynman, s 551-552