2

Psikiyatri servisinin karşısında ki parkta oturuyorum.Arkamda göğüs hastalıkları binası uzanıyor.Onu bekliyorum.Viziteden çıkmasına henüz bir yarım saat var.Ben ise 2 saattir buradayım.

Buraya ilk geldiğimde , önce İç Hastalıkları ve Merkez Labarutuvarın olduğu binaya girmiştim.Polikinliklerin önünden geçerken boş oturma koltuklarına göz atıp, dermatoloji kliniğinin bekleme odasında kendime bir yer bulmuştum.Belki bir yarım saat sonra buradan kalkıp göz hastalıklarının dışındaki taburelere yasladım sırtımı. Tekrar dışarı çıkmadan önce ise alt kata , tahlil yaptırmak için bekleyenlerin yanına indim bir süreliğine.

Eski bir alışkanlık bu bende . Paşa da yaşarken de gelirdim buraya.İnsanları, yardıma ihtiyacı olan insanları seyrederdim saatlerce. Başlarda hepsinin çok masum olduklarını düşünürdüm,sonraları ise bunun mümkün olamayacağını aklıma kazıdım.Kendimce insanımızın kodlarını çözmeye koyulduğum anlar oldu.Öyle geçici bir şeyde değildi . Başarabileceğimi inanıyordum.İsmail Cem'den , Doğan Avcıoğlun'dan heves aldım.Alev Alatlı'nın işaretiyle Cemil Meriç'i ciddiyetle okudum ve yazdıklarının "boş" olduğuna karar verdim.

Sonunda yine kendi başıma kaldığım bir anda devlet hastanelerinin bahçesinde , bekleme salonlarında ya da hasta odalarında ilk dikkatimi çeken şeyin ne olduğunu fark ettim . “Yokluk”. Varsa yoksa "yokluk" göze çarpıyordu oralarda.

O yokluk insanları uçuruma sürüklüyor, tabiatlarında ki zehiri ortaya kolayca saçıyordu.O yokluk bir çoğunun onurunu ayaklar altına alıyor,hak etmedikleri davranışlara maruz kalmalarını neden oluyordu.O yokluk bu insanlara boş vermişliğe ve umutsuzluğa gebe ediyor , onları sisteme midesinden bağlıyordu.

Gelmesine az bir zaman var . Posta kutuma düşen mektubunu tekrar düşünüyorum.“Eve döndüğünde buluşalım “ . 5 yıl sonra ve ilk defa . Aklımda çoktan unuttuğum , ya da unuttuğumu sandığım şeyler var . Geride kaldığını düşündüğüm , ve benim için önemi yitiren,devam eden hayatımda artık bir yer işgal etmeyen şeyler . Peki burada napıyorum ben ? Geçen haftadan beri beni heyecanlandıran neydi ? O telefon konuşmaları ? "Ben de seni özledim bebeem" demeler.Boş bir heves .Buraya gelene kadar fark etmediğim boş bir heves.

Yerimden kalkıyorum ve Yusufpaşaya doğru yürümeye başlıyorum. İçimde beni kesin anlar umudu var . Bu yüzden telefonumu kapatıyorum . Laleliye varana kadar berbat bir suçluluk duygusu benliğimi sarıyor.Hislerimi hafiletmek için ara sokaklara dalıyorum.Beyazıt'a ulaşana kadar üzerime hafif bir rahatlama geliyor , ama yeterli değil . Sonra bir an aklıma bana şimdiye kadar “sen adam olmayacaksın” diyenlerin boğazını sıkabileceğim fikri geliyor. O nasıl bir ferahlıktır öyle . Hemen Sultanahmette ki bir çay ocağına oturuyorum ve not defterimi çıkarıp bir liste yapmaya başlıyorum . Başlık "götoşlar" ...

Temmuz 2010
İstanbul

Hiç yorum yok: